16 May 2017
Yeme Bozuklukları
YEME BOZUKLUKLARI

Yeme bozuklukları az yeme, hiç yememe ya da yediklerini kusma, çıkarma bazen ataklar şeklinde çok yeme sonrada bunları kusma gibi çeşitli görünümlerle kendini gösterebilir.

 

Yeme bozukluklarında odaklanılması gereken nokta kişinin yeme miktarı değil, kişinin gerçekçi olmayan beden algısı ve kilo almaya yönelik aşırı korkusudur.
Yeme bozukluklarını 3 başlık altında sınıflandırılmaktadır.

1.    Anoreksiya Nervoza,
2.    Bulimiya Nervoza,
3.    Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu

 

 

1. Anoreksiya Nervoza

Kişinin zayıf olma arzusu ile katı bir diyet uygulayarak kilo almamak için ciddi bir kalori kısıtlamasına gitmesi ile karakterize bir yeme bozukluğudur. Kişi aşırı kilo alma korkusu ile katı bir diyet ve spor programı uygularken bir yandan kilo verdirme amaçlı müshil ve idrar söktürücü gibi ilaçlar kullanabilir. Çarpık bir beden algısı söz konusudur ve kişi ayna karşısında uzun süre kendisini inceleyerek görüntüsünden bir türlü memnun olmaz. Aşırı diyet, kusmalar, zayıflatıcı ve ishal yapıcı ilaçlar nedeniyle hastalar, elektrolit, protein kayıplarına uğrarlar. Kan tablosu bozulur, kalp ritmi bozulur. Neredeyse tüm sistemlerde bozulmalar ortaya çıkar. Diş çürümeleri, kuru cilt, tüylenme, osteoporoz, kırıklar,  midedeki boşalmanın gecikmesi, kabızlık, tiroid metabolizmasının düşmesi, düşük beden ısısı diğer biyolojik komplikasyonlardır. Hasta ölümcül noktalara gelebilir. Hasta ikna olsa ve beslenmeyi kabul etse dahi bu noktadan sonra beslenmesi de tıbben çok dikkatli planlamalarla yapılmalıdır. Bu sürece “tekrar besleme” süreci denir ve özel bir uzmanlık eğilimi gerektirir.

 

2.    Bulimiya Nervoza

Bulimiya nervoza, aşırı yeme atakları ve ardından kilo alma korkusu ile gelen kusmaların ön planda olduğu bir yeme bozukluğudur. Anoreksiya nervoza görülen kişiler olması gereken beden ağırlığının altında bir kiloya sahip olurken, bulimiya nervozada kişinin normal kilo veya biraz üstünde olduğu görülmektedir. Yeme ataklarından sonra kişide suçluluk ve kendinden iğrenme duygusu oluşur. Kişi bu olumsuz duygudan kurtulmak için kusma, ishal yapıcı ilaç kullanımına sıklıkla başvurmaktadır.

 

3.    Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu

Tıkanırcasına yeme bozukluğu normal ve normal üstü kilodaki kişilerde görülür. Tıkanırcasına yeme bozukluğunu anlayabilmek için öncelikle tıkanırcasına yeme kavramını netleştirmek önemlidir. Tıkanırcasına yeme kavramı, kişinin algıladığı yeme miktarının aşırı olması ve yerken kişide kontrolü kaybettiği hissinin oluşması anlamına gelmektedir. Kişi yemeye ne zaman başladığını, ne yediğini fark etmeden duramayacakmışçasına yeme davranışı sergiler. Kişi kısa bir süre içerisinde çok hızlı bir şekilde yemek yer. Fiziksel bir rahatsızlık duyana kadar devam edebilir yeme davranışı. Kişi genellikle yalnızken yemeyi tercih ederek, yemek sonrasında pişmanlık ve suçluluk hisseder. Kişi kendinden iğrenerek kendini toplumdan soyutlamaya ve sosyal ortamlardan uzak durmaya başlar.
Yeme bozuklukları ölüm nedeni olabilir mi?

Evet. Anoreksiya nervoza ve bulimiya nervoza tüm psikiyatrik hastalıklar içinde en ölümcül olanlarıdır. Özellikle anoreksiya nervozalı hastalar daha fazla risk altındadır. İyi örgütlenmiş yeme bozukluğu kliniklerinin olduğu ülkelerde bile, anoreksiya nervozalı  hastaların yaklaşık % 10’u  bu hastalıktan dolayı ölmektedir.

 

Yeme Bozukluğu Tedavisi

Yeme bozuklukları ruhsal ve fiziksel sağlığın nasıl bir bütün halinde işlediğini ortaya koymaktadır. Fiziksel sağlığın iyi olabilmesi için ruhsal sağlığın da dengede ve sağlıklı olması gerekmektedir. Yeme Bozukluklarının tedavisi gerektiğinde multidisipliner şekilde yürütülmelidir. Bu konuda uzman bir psikolog denetiminde, gerektiğinde psikiyatrist, diyetisyen ve tıp hekimlerinin de desteğiyle tedavi yürütülür. Yeme bozuklukları olan kişilerin geçmiş travmaları, yeme davranışını tetikleyen duygu ve düşüncelerin anlaşılıp psikoterapi ile sürecin yönetilmesi oldukça önemlidir. Giderek artan ve ölüm oranı %10’lara yaklaşan bu rahatsızlığın tedavisinin ertelenmeden gerekli desteğin alınması olumsuz tablonun önüne geçecektir.

Bilgiye mi ihtiyacınız var?

16 May 2017
Kayıp ve Yas
Yas ve Kayıp

 

 

Kayıp denince aklımıza ilk olarak sevilen birinin ölmesi gelse de, ayrılıklar, boşanmalar ve kişinin sahip olduğu bir rolünü veya becerisini yitirdiği işten atılma, emekli olma, yaşlanma ve hastalanma gibi durumlar da kayıptır. Ancak, ölüm bir sona eriş olması ve geri dönülmezliği nedeniyle bireyin yaşadığı en acı veren bir somut kayıptır. Kayıp sonrasında kişinin yoğun duygular yaşadığı döneme ise yas dönemi denir.
Yas, bir kayıp karşısında verilebilecek en doğal tepkidir. Zorlayıcı bir süreç olan yas tutmaya müdahale edilmesi gereken bir durum olarak bakmak yanlış olacaktır. Ancak müdahale edilmesi gereken, bir desteğin gerekli olduğu durumlara “Patolojik Yas” adı verilmektedir ve normal yas sürecinden ayırt etmek oldukça önemlidir.

 

 

Yas Nedir?

Yas, kayıp yaşayan bireylerde bu kayba karşı verilen uyum tepkilerini ifade etmektedir. Yas tepkileri 4 alanda kendini göstermektedir; fiziksel, duygusal, bilişsel ve davranışsal alanda. Yas kaybedilen kişiyle ilgili tamamlanmamış planları, istekleri, hayalleri ve fantezileri içerir. Bu kavramların ortak noktası yasın kişinin verdiği öznel tepki olmasıdır.

 

Yas tepkileri incelendiğinde, normal yas ile depresyon belirtileri arasında uyku ve yeme düzensizliği, derin üzüntü, çaresizlik, sosyal içe çekilme gibi birçok ortak nokta gözlenmektedir. Bununla birlikte, sözü edilen tüm bu belirtiler yas sürecinde kısa bir süre için ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, bir kayıp sonrası görülen depresyon normal olarak karşılanmakta ve normal yas sürecinde zamanla azalarak ortadan kalkması beklenmektedir.

 

Patolojik Yas Nedir?

Kaybın ardından en az altı ay geçmesine rağmen bireyin sosyal ve mesleki yaşam alanlarındaki işlevselliğin giderek bozulması veya önceki işlevsellik düzeyine dönememesi olarak tanımlanabilir. Her bireyde farklı biçimlerde görülmesi nedeniyle anormal yas, komplike yas, çözümlenmemiş yas, maskelenmiş yas, kronik yas, gecikmiş yas gibi değişik şekillerde adlandırılır. Yas tutmanın ilerlemesi gereken süreçlerden geçmeyerek bir noktada takılı kalması ve kişinin kronik olarak yas tutmasıdır.

 

Yasın Evreleri

1.Evre Şok Ve İnkar: kaybın yaşandığı andan başlayarak birkaç saatten birkaç haftaya kadar sürebilir. Kişi bu dönemde yoğun bir acı çekerek kaybı kabullenmek istemez ve kişi bir hissizlik ve şok içerisinde olabilir. Kaybedilen kişi hayattaymış gibi davranabilir, o kişiye sofrada yer açmak, telefonla aramak gibi.

2. Evre Kızgınlık ve isyan : Bu dönemde kaybeden kişiye özlem artar ve ölen kişiyi arama öfke ve huzursuzluk yaşatır kişiye. Bu süreçte sürekli olarak zihnin ölen kişi ile meşgul olduğu görülmektedir.

3. Evre Pazarlık : Bu dönemde kişi Tanrı ile pazarlık etme girişimlerinde bulunur. Bu aşamada temel düşünce “başıma gelenleri kabul edeceğim ancak bazı şartlarım var” şeklindedir. Artık kayıp kabul edilmeye kayıp sornası hayatın koşulları gözden geçirilmeye başlanmıştır.

4. Evre Depresyon : Kişi kendini büyük bir boşlukta gibi hissedebilir. Ruh halinde düzensizlikler, yalnızlık duygusu, çaresizlik, sosyal çevreden uzaklaşma görülebilir. Bununla birlikte ağlama ,iştah bozuklukları , kayıptan önceki gibi iş yapamama görülebilir.

5. Evre Kabullenme: Bu aşamada kayıp gerçeği kabul edilmektedir. Yasa bağlı gelişen olumsuz tepkilerde azalma görülür ve kişi yavaş yavaş kayıp öncesi yaşamına dönmeye başlar. Bu bir unutma değildir.

 

 

Patolojik Yas Tedavisi

Patolojik yasta amaç kişinin kaybettiği kişiyi unutmasını sağlamak değil, bu kayıpla bağlantılı baş edemeği duygularını (suçluluk, özlem, pişmanlık, öfke..) çözümlemek ve yası tamamlama sürecini ilerleterek kişinin normal hayat düzenine dönmesini sağlamaktır. Yas çalışmasında özellikle kişinin yas tutmasına izin verilir ve buna ortam sağlanır buna yönelik çevre düzenlemesi yapılır. Kronik yas sürecinde kişi kaybettiği kişi ile sağlıklı bir vedalaşma gerçekleştirememiştir ve terapi ile danışanın “hoşçakal” diyerek vedalaşması önemlidir. EMDR, diğer bir çok psikolojik travma yaşantısında olduğu gibi kayıp, ayrılık sorunlarının tedavisinde de oldukça etkili ve hızlı bir yöntemdir. Patolojik yas sürecinde olduğunuzu düşünüyorsanız bir uzman yardımı alarak bu süreçten bir yardım eli ile çıkabileceğinizi hatırlatmak isterim. Çevrenizde birinin patolojik yas sürecinde olduğunu gözlemliyorsanız ve artık dinleyerek, konuşarak, destek sağlayarak bir ilerleme alamıyorsanız bir uzman yardımına yönlendirmeniz en etkili yardım olacaktır.

Bilgiye mi ihtiyacınız var?

16 May 2017
Travma
Travma Nedir?

Psikolojide birçok yaklaşım vardır ve her yaklaşım psikolojik problemlerin kaynağını farklı nedenlere bağlamaktadır. EMDR Terapisi gibi travma perspektifinden psikolojik rahatsızlıkları değerlendiren yaklaşımlar ise bugünde yaşanan psikolojik sıkıntıların nedeni geçmiş travmalar olarak görmektedir. Travma, insan eliyle ya da doğal yolla meydana gelebilir. Kişisel olarak ya da toplumsal olarak yaşanabilir. Bir defaya mahsus ya da tekrarlanıyor olabilir.

 

Travmatik yaşantılardan bazıları:

Kazalar, savaş, taciz, tecavüz, doğal afetler gibi yaşam olayları

Kronik psikolojik veya fiziksel rahatsızlıklar

 Kronikleşmiş yoksulluk, evsizlik, işsizlik durumlarında yaşamak ya da ayrımcılığa

maruz kalmış olmak

Aile içi veya dışı şiddet

Ani kayıplar

Aldatılma, aldatma

Terk edilme, aşağılanma, kıyaslanma

Başarısızlık

Duygusal veya fiziksel ihmal edilme

Bulaşıcı hastalıklar

 

Fiziksel ve psikolojik bütünlüğümüzü tehdit eden her türlü olay travma olarak nitelendirilmektedir. Travma çok çeşitli psikiyatrik belirti ve hastalıklara yol açabilir. Akut Stres Tepkisi, Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB), Travmatik Yas, Depresyon, Alkol-Madde Kullanım Bozuklukları, Anksiyete ve Duygudurum Bozuklukları, Psikotik bozukluklar gibi tablolar travmadan sonra ortaya çıkabilir.

 

 

TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU NEDİR?

Travmalardan sonra karşılaşılan en önemli psikolojik sorunların başında gelen Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nun 3 ana belirtisi bulunmaktadır.

 

1)İstenmeden Akla Gelen Düşünce ya da Görüntüler

Bu düşünce ve görüntüler, kişinin hatırlamayı isteyip istememesinden bağımsız olarak, travma sırasında olup bitenler hakkında aklına gelen anılardan oluşur. Uyku esnasında tekrarlayıcı olumsuz içerikte rüyalar görülebilir. Kişi bazen anıya dair görüntüden daha fazlasını yaşadığını ve hissettiğini ifade edebilir. Travmatik anı ile bağlantılı ses, koku, zemin sallanması, bedensel tepkiler gibi güçlü duyumlar da hatırlanabilmektedir.

 

2)Kaçınma Tepkileri

Kişi olumsuz anılardan korunmak için travmatik olayla bağlı düşünceler, anılar, etkinlikler, durumlar ve kişilerden kendilerini sakınırlar. Kişi için travmatik olayın etkisi çok acı vericidir ve o nedenle travmatik anıyı hatırlatabilecek her türlü şeyden uzak durur ve yokmuş gibi davranabilir.

 

3)Aşırı Uyarılma Tepkileri

Travmatik yaşantısı olan kişiler kendilerini diken üstünde, sürekli tetikte hissedebilirler. Her an o olay tekrar olacakmış gibi gelebilir. Davranışlarını bu ihtimali düşünerek şekillendirirler, bu konuda aşırı tedbirli davranırlar. Örneğin istemeden de olsa girdikleri binanın çatlağı var mı, kapısından kolay kaçılabilir mi diye kontrol ederler. Yolda yürürken üstüne devrilmesinden korkup direklere yaklaşmazlar. Tehlikeler konusunda abartılı tedbirler alabilirler.

Aşırı uyarılmanın diğer göstergeleri ani ses ve hareketlerde irkilme veya yerinden sıçramadır. Kapı çarpması, yüksek sesle konuşma, birinin aniden odaya girmesi gibi beklenmedik durumlar kişinin yerinden sıçramasına ve uzunca sürebilen bunaltı belirtilerine (çarpıntı, terleme, titreme, nefes daralması) yol açar.

Özellikle uykuya dalmakta güçlük sık görülür. Travmayla ilgili korkular nedeniyle uykuya dalmak saatler sürebilir, normalde uyandırmayacak seslerle kişi kolayca uyanabilir.

 

 

Travma Tedavisi

Travma tedavisi denildiğinde ilk akla gelen yaklaşım EMDR Terapisi olmaktadır. EMDR Terapisi ile psikolojik sorunların çözülmesinde son derece hızlı ve etkili sonuçlar alındığı görülmektedir.

Ruhsal travmanın etkileri tedavi edilebilir durumlardır. Yardım almaktan kaçınmamak ise tedavinin ilk basamağıdır.

Lütfen kendinizde veya yakınlarınızda travma ile ilgili ruhsal sorunlar olduğunu düşünüyorsanız bir uzman yardımı almaktan çekinmeyiniz.

Sayıları 20’ye yakın kontrollü araştırma sonucunda EMDR’nin danışanların çoğunluğunun travma sonrası stres semptomlarını etkili bir biçimde azalttığı veya yok ettiği, genellikle psikolojik sorunları ile bağlantılı olan semptomlarda da (endişe gibi) azalma sağladığı görülmüştür. EMDR birçok uluslararası sağlık ve devlet kurumu tarafından da etkili bulunmaktadır. Bunlardan bazıları:

 

Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO, World Health Organization)

Amerikan Psikiyatri Birliği (American Psychiatric Association)

Uluslararası Travmatik Stres Çalışmaları Birliği (International Society for

Traumatic Stress Studies)

Amerika Savaş Gazileri Bakanlığı (U.S. Department of Veterans Affairs)

Amerika Savunma Bakanlığı (U. S. Department of Defense)

Birleşik Krallık Sağlık Bakanlığı (United Kingdom Department of Health)

Ulusal İsrail Akıl Sağlığı Kurulu (Israeli National Council for Mental Health)

Bilgiye mi ihtiyacınız var?

16 May 2017
Takıntılar-OKB
TAKINTILAR – OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK

 

Tekrar tekrar kontrolünüz dışında aklınıza gelerek ve siz de sıkıntı yaratan düşünce, hayal, duygu veya istekleriniz varsa ya da aynı şeyi tekrar tekrar yapıyor olmaktan kendinizi alamıyorsanız obsesif kompülsif bozukluğunuz olabilir. Obsesif kompulsif bozukluğu olan kişilerin günlük yaşamı takıntılı düşüncelerin veya davranışların etkisiyle oldukça etkilenmektedir ve belki de kişinin birçok eylemini kısıtlamaktadır. Kendinizde obsesif kompulsif bozukluk olduğunu düşünüyorsanız veya kaygılarınızın altında yatan nedenin bu olabileceğini düşünüyorsanız yapacağınız en doğru şey bir uzmana başvurarak durumu beraber incelemek olmalıdır. Doğru ve düzenli tedavi ile yaşam kalitenizi artırarak obsesif kompulsif bozukluktan kurtulmanın mümkün olduğunu unutmamak önemlidir.

 

 

OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK NEDİR?

Obsesif Kompulsif Bozukluğa sahip bireyler genelde iki ana belirti grubundan birini gösterebilir.

 

Obsesyon: Saplantılar olarak da bilinen zihnimizde tekrarlayıcı biçimde oluşan rahatsız edici düşünce ve görüntülerdir. Kişinin isteği dışında hatta bazen aklına gelmemesi için özellikle çaba gösterdiği durumlarda takıntılı düşünceler gelir. Hepimizin zihnine zaman zaman rahatsız eden düşüncelerin gelmesi normaldir ancak Obsesif Kompulsif Bozuklukta bu durum kişinin yoğun bir stres, kaygı yaşamasına neden olarak kişinin yaşam kalitesini bozar.

 

En sık karşılaşılan obsesyonlardan bazıları:

Kişinin kendisine ya da çevresine mikrop bulaşmasından şiddetli derecede korkması
Çevredeki eşyaların düzenli ve simetrik durmasını sağlamak için şiddetli kaygı
Kişinin kendisine ya da başkalarına zarar verebilecek agresif ve korkunç düşünceler içinde olması
Din, cinsellik ya da şiddet ile ilgili istenmeyen, toplum tarafından kabul görmeyen düşünceler olarak sıralanabilir.
Sevilen birinin başına kötü bir şey geleceğine dair duyulan korku
Kişinin bir cenazede çığlık atmak gibi, toplum tarafından kabul görmeyen davranışları gerçekleştirebileceğine dair duyduğu kaygı
Farkında olmadan birine zarar verebileceği düşüncesine şiddetli şekilde inanma
Yakınlarına zarar vermekle ilgili rahatsız edici düşünceler

 

 

Kompulsiyonlar: Zorlantılar olarak da bilinir ve genellikle kişinin obsesyonlarından (rahatsız edici tekrarlayan düşünce) duyduğu rahatsızlığı, kaygıyı azaltmaya yönelik yapmak zorunda hissettiği davranışlardır. Kişi sıkıntıyı azaltmanın tek yolu olarak kompulsiyonları görür ve oldukça fazla vakit ayırır. Genellikle mantıksızdırlar ve kişinin sorunu ya da korkusuyla ilgileri yoktur, veya bunlar üzerinde herhangi bir etkileri olmaz. Örneğin saplantılı bir şekilde kirlilik korkusu olan biri için gereğinden oldukça uzun ve sık el yıkama davranışı bir kompulsiyon olmaktadır.

 

 

En sık karşılaşılan kompulsiyonlardan bazıları:

Tekrar tekrar yıkanma, duş alma veya ellerini yıkama
El sıkışmayı veya kapı tokmağına dokunmayı reddetme
Kilit, ocak, lamba gibi şeyleri sürekli kontrol etme
Rutin işleri yaparken içinden veya yüksek sesle sürekli sayı sayma
Eşyaları belirli bir şekilde düzenlemek ya da belirli bir sıraya koymak
Belirli bir rutini ya da ritüeli sürdürmek
Eski gazeteler ya da boş süt şişeleri gibi atılması gereken şeyleri saklamak
Belirli bir sıraya göre yemek yeme
Belirli kelimeleri, cümleleri veya duaları tekrarlama
İşleri belirli bir sayıda yapma ihtiyacı
Değeri olmayan şeyleri toplama veya biriktirme

 

 

Obsesif Kompulsif Bozukluk Tedavisi

 

Bu rahatsızlığı olan bireylerin bilmeleri gereken en önemli nokta bu rahatsızlığın etkili tedavileri olduğudur. OKB gelişimine ilişkin çok karmaşık soruların tam cevaplarının henüz bulunmamasına rağmen tedaviyle ilgili çok önemli imkanlar bulunmaktadır. Rahatsızlığın tedavisinde bilimsel yöntemlerle etkisi saptanmış psikoterapi yaklaşımı ve gerekli durumlarda ilaç tedavisi ile kombine bir tedavi tercih edilmelidir.

 

Bu rahatsızlığın tedavi edilmeden kendi kendine geçme olasılığı çok düşüktür. Takıntılı düşünce ve davranışlar hayat kalitesini olumsuz yönde etkiliyor ise vakit kaybetmeden bir uzmana başvurulmalıdır.

 

Bu rahatsızlığı yenmenizin önündeki en büyük engelin ne bu rahatsızlığın geçmesinin çok zor olması ne de etkili tedaviler olmaması değil, tedavi olma ve tedaviye uyma konusundaki kararsızlık olduğunu hatırlatmak önemlidir. Eğer tedaviyi istiyorsanız önünüzdeki günlerin bu sorunu yenmek için en doğru zaman olduğunu unutmamalısınız. Bu belirtiler bu güne dek hayatınızı gereğinden fazla etkiledi, tahrip etti, üstelik yaşanması zorunlu bir durum olmamasına rağmen. Siz de böyle bir rahatsızlığı yani obsesif kompülsif bozukluğu olmayan insanlar kadar mutluluğu ve başarıyı hak eden bir insansınız.

 

Eğer tedaviye başlar ve düzenli şekilde devam ederseniz belki başlangıçta zorluk çekseniz de giderek düzelmeye başlayabilirsiniz ;tekrar hatırlamalısınız ki bugüne dek bu rahatsızlığın sürmesinin en büyük nedeni ne sizin durumunuzun çaresiz olması ne de tedavilerin yetersizliğidir, bu durumun sürmesinin en büyük nedeni bu sorunun çözümüyle ilgili uygun yöntemleri bilip uygulayamamanızdır.

Bilgiye mi ihtiyacınız var?

15 May 2017
Öfke Kontrolü
ÖFKE KONTROLÜ

 

Öfkeyi, bireyin istek, ihtiyaç ve planlarının engellenmesi ve karşılaştığı farklı durumların haksızlık, adaletsizlik ve kendine yönelik bir tehdit olarak algılanması sonucunda kendini savunmak ve karşıdakini uyarmak amacıyla ortaya konulan temel bir duygulanım biçimi olarak tanımlamak mümkündür. Öfke diğer duygular kadar normal ve uygun ifade edildiğinde sağlıklı bir duygudur. Ancak öfkenin yıkıcı olduğu, kişiler arası ilişkileri bozduğu veya kişinin kendine/bir başkasına zarar verdiği kontrol edilemediği durumları da mevcuttur. Öfke kontrol edilemediğinde kişinin kendisi başta olmak üzere iletişimde olduğu insanlar ve toplum için de oldukça yıpratıcı sonuçlar doğurabilmektedir. Yapılan birçok araştırma öfkenin depresyon ve kaygı gibi psikolojik rahatsızlıklarla beraber, kalp damar rahatsızlıkları, mide sorunları, baş ağrıları, solunum problemleri gibi birçok fizyolojik rahatsızlığa sebebiyet verdiğini de göstermektedir.

 

 

Öfke Nasıl Ortaya Çıkar?

Öfkenin kişiden kişiye değişen birçok tetikleyicisi olabilir. “Beni en çok sinirlendiren şey…” cümlesini tamamlayacak birçok durum bulunabilir. Arabanın yolda bozulması, eşinin eve geç gelmesi, sipariş verdiği yemeğin lezzetsiz olması, iş yerinde müdürün uyarması gibi birçok etken öfkelenmek için bir durum olabilir. Ancak bu durumların kendisinden çok durumlara yüklediğimiz zihnimizdeki karşılıkları yani bizim için neyi ifade ettiği çok daha önemlidir. Durumun başlı başına kendisi kontrolsüz bir öfkeyi ortaya çıkarmak için yeterli oluyor olsaydı aynı durum karşısında herkesin aynı tepkiyi vermesini bekliyor olurduk ve tepkiyi normal karşılıyor olurduk. Ama herkes yaşadığı olayı kendi geçmişi ve tecrübeleri doğrultusunda anlamlandırarak duygusunu ve davranışını da o yönde ortaya koymaktadır. Kişinin öfkesini ve öfkesini ifade etme biçimini anlayabilmek için önce geçmiş yaşantılarını kişinin baktığı çerçeveden görüp anlayabilmek gerekmektedir.

 

Öfke Kontrol Bozukluğu Tedavisi

Öfkesini sağlıklı şekilde yansıtamayan kişinin öncelikle yaşadığı durumu bir problem olarak değerlendirilmesi çalışılmalıdır ki değişim yönünde ortak bir motivasyon sağlanabilsin. Öfke ve öfkeye bağlı kontrolsüz davranışın bir sonuç olarak ortaya çıktığını belirtmek önemlidir. Önemli olan ilk adım kişiyi bu sonuç noktasına getiren yani “Bardağı taşıran son damla” yapan geçmiş olumsuz yaşantılarını keşfetmek olacaktır. EMDR Terapisi ile öfkeye neden olan tetikleyicileri çalışarak duyarsızlaştırma sağlamak ve yeniden işlemek ve varsa kişinin travmatik yaşantıları üzerinden çalışmak oldukça etkili sonuç vermektedir. Öfke kontrol bozukluğuna sahip olduğunuzu düşünüyor iseniz kendiniz ve çevreniz için bir uzman psikolog desteği ile yaşadığınız sorunların üstesinden gelmenin ve kontrolü ele almanın mümkün olduğunu hatırlatmak isterim.

Bilgiye mi ihtiyacınız var?

15 May 2017
Panik Atak
PANİK ATAK

Nefes almakta zorluk mu çekiyorsunuz?
Göğsünüz mü sıkışıyor?
Boğulur gibi mi oluyorsunuz?
Kalbiniz hızlı mı atıyor?
Nedensiz terlemeniz mi var?
Elleriniz, ayaklarınız mı uyuşuyor?
Baş dönmesi ve sersemlik haliniz mi var?
Gözünüz mü kararıyor?
Vücudunuzda karıncalanmalar mı oluyor?
Üşüme, ürperme ya da ateş basması mı yaşıyorsunuz?
Nedensiz tekrarlayan bulantı ve karın ağrılarınız mı var?
Kendinizi ya da çevrenizdekileri değişmiş, tuhaf veya farklı mı hissediyorsunuz?
Kontrolünüzü kaybedeceğinizden ya da çıldıracağınızdan mı korkuyorsunuz?
Aniden öleceksiniz gibi mi geliyor?
Bir türlü huzur bulamıyor musunuz?
Ayaklarınızın bağı mı çözülüyor?
Koşmak, kaçmak mı istiyorsunuz?
Hepsinden öte, sebepsiz görünen bir korkunuz mu var?
Her an korkulu bir bekleyiş içinde misiniz?

 

Yukarıdaki belirtilerden birkaç tanesini yaşamak bir panik atak belirleyicisi olarak kabul edilebilir. Birçok ruhsal ve bedensel rahatsızlık panik atağa ve benzeri şikayetlere sebep olmaktadır. Bu nedenle kendisinde panik atak belirtileri olduğunu düşünen bir kişinin yanlış tedavi alma riskinin oluşmaması (kalp krizi geçireceklerini, felç olabileceklerini, kontrolü kaybedeceklerini…) için öncelikle bir hekim tarafından değerlendirilerek rahatsızlığının panik bozukluk olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

Panik Atak Nedir?

Panik atak belirgin bir neden olmaksızın, yoğun bedensel tepkiler ile kendini gösteren ve zaman zaman tekrarlayabilen bir korku nöbeti olarak tanımlanabilir. Bedensel belirtiler şiddetlendikçe kişi dikkatini daha yoğun olarak bedenine yöneltir ve hissettiği korku artmaya başlar. Kişi kalp krizi geçireceğinden, öleceğinden veya kontrolü tamamen kaybederek delireceğinden korkmaya başladıkça atak şiddetlenmeye başlar.

 

 

Panik Bozukluk Nedir?

Panik atakların tekrarlayıcı şekilde gerçekleşmesi ve panik atakların yaşanmadığı dönemde kişinin panik atak yaşayacağına dair yoğun kaygı duyması durumu panik bozukluk olarak adlandırılmaktadır. Panik bozuklukta, panik ataktan farklı olarak “Beklenti anksiyetesi” durumundan bahsedilmektedir. Beklenti anksiyetesi panik ataklar arasındaki süreci kişinin gergin, kaygılı, tetikte hissederek her an tehlikede ve yeni bir panik atak gelebilir düşüncesine kapılması olarak açıklanabilir.

 

Panik Atakta Agorafobi

Panik atak yaşayan kişi zaman içerisinde atak yaşadığı belirli yerleri veya durumları atakla ilişkilendirmeye başlar. Daha önce atak yaşadığı durumlardan, ortamlardan kaçınmaya başlar kişi ve bu durum bir süre sonra günlük yaşantısını kısıtlayacak noktaya kadar getirebilir. Kişi panik atak yaşarsa uzaklaşamayacağı veya yardım alamayacağı sinema, asansör gibi kapalı alanlardan kaçınma davranışı sergileyebilir. Bu durum evden dışarı tek başına çıkmama kadar ciddi bir noktaya gidebilir.

 

Kaç veya Savaş Tepkisi Nedir?

Panik atak esnasında yaşanan anksiyete tehdit veya tehlikeye karşı bir tepkidir. Bilimsel olarak kısa dönemli anksiyete tepkisine kaçma-savaşma tepkisi adı verilir. Böyle adlandırılır çünkü anksiyetede ortaya çıkan bütün psikolojik ve bedensel değişiklikler tehlikeyle ya savaşmaya ya da tehlikeden kaçmaya dönüktürler. Bunun nedeni anksiyetenin temel amacının organizmayı korumak olmasıdır. İnsanoğlunun ortaya çıktığı ve yaşadığı tehlikelerle dolu ilkel ortamda insan bir tehlikeyle karşı karşıya geldiğinde hemen kaçma ya da savaşma tepkisini oluşturan otomatik bir mekanizmanın organizmada hakimiyeti ele alması son derece yaşamsaldı. Bugünün göreceli olarak güvenli dünyasında bile bu gerekli bir mekanizmadır. Hayalinizde yolda karşıdan karşıya geçerken üzerinize doğru korna çalarak bir kamyonun gelmekte olduğunu canlandırın. Eğer hiç bir anksiyete duymuyorsanız büyük olasılıkla ezilirsiniz. Ama bedenimizde bulunan alarm sistemi olan anksiyete sayesinde kaçma-savaşma tepkiniz hakimiyeti ele alacak ve sizin daha güvenli bir yere koşmanızı sağlayacaktır. Bu durumun ana fikri çok yalındır- anksiyetenin amacı organizmayı korumaktır, ona zarar vermek değildir. Panik atak esnasında yaşanan anksiyetenin yani algınan tehdit veya tehlikenin gerçek bir karşılığı olmadığı için verilen tepkiler de anlamsız görünmekte ve korkutucu olmaktadır.

 

Bilgiye mi ihtiyacınız var?

15 May 2017
Depresyon

Depresyon, bir kişilik özelliği ya da “şımarıklık” değildir.

Depresyon, kişinin “kendisinin halletmesi gereken” basit bir durum değildir.

 

Depresyon Nedir?

Günümüzde, ekonomik zorluklar, iş bulamama, evlilik problemleri, sosyal meseleler, sınav stresi derken hepimiz hayatımızın belirli bir döneminde depresyonla burun buruna geliyoruz. Kimimiz buna can sıkıntısı derken kimimiz de yaşadığımız depresyonu görmezden geliyoruz. Peki nedir bu depresyon? Depresyon genel anlamıyla insanların gündelik hayatlarında birçok nedenden ötürü yaşadıkları “duygusal çökkünlük hali“dir. Bu çöküntü dönemi eğer tedavi edilmezse, kronikleşebilir ve tedavi edilmesi daha güç hale gelebilir.

 

 

 

Depresyon Belirtileri Nelerdir?

Depresyon kişinin günlük yaşamını ve uyumunu etkileyecek düzeyde ciddi bir üzüntü yani çökkünlük halidir. Üzüntü ve karamsarlık, yaşamdan zevk alamama, uyku bozukluğu, iştah bozukluğu, hareketlerde durgunluk ya da sıkıntı nedeniyle yerinde duramama, halsizlik bitkinlik, suçluluk duygusu, dikkatini toplayamama, ölüm ya da intihar düşüncesi depresyon belirtilerindendir.

Depresyonda olan kişilerin şikayetleri birçok alanda ortaya çıkar:
– Duygu durumda değişiklikler: Hüzün, bıkkınlık, sinirlilik, mutsuzluk
– Olumsuz düşünce yapısı: Düşük özgüven, çaresiz ve umutsuz olduğuna dair inançlar, intiharla ilgili düşünceler
– Sosyal ilişkilerde problemler: Sosyal geri çekilme, sosyal beceri problemleri, sosyal problemleri çözmede zorluklar
– Fiziksel şikayetler: Uyku bozuklukları, iştahta değişiklikler, aktivitede azalma, ilgide azalma, uyuşukluk, miskinlik

 

Aşağıdaki belirtilerden en az beşi en az iki haftadır, hemen her gün ve gün boyu sürmüş ise “Majör Depresyon” teşhisi konulur. Ancak pratikte daha az bulgu olsa da kişinin yaşamını olumsuz etkiliyorsa psikolojik tedaviye başvurulmalıdır.

Her zaman zevk alınan şeylere ilgi duymama, isteksizlik, yaşamdan zevk alamama.

Üzüntü, keder, neşelenememe, karamsarlık, umutsuzluk, çaresizlik duyguları.
Suçluluk duygusu; kendine güvende azalma, kendini değersiz, işe yaramaz hissetme.

Uyku bozuklukları (az ya da çok uyuma, uykunun bölünmesi).

Bedensel güçsüzlük, halsizlik, çabuk yorulma.

İştah ve kilo değişiklikleri (Az ya da çok yeme, kilo alma ya da verme).

Hareketlerde ya da düşüncede yavaşlama.

Dikkatini toplayamama.

Ölüm intihar düşünceleri.

Depresyon kişinin, ailesinden ve arkadaşlarından çokça duyduğu “gez, dolaş, kafana takma, boşver” vb. söylemlerle üstesinden gelemeyeceği oldukça önemli bir psikolojik tablodur. Depresyonu yenebilmek ya da depresyondan çıkabilmek için bundan daha fazlasına yani bir uzman desteğine ihtiyaç duyulmaktadır. Yapılan bilimsel araştırmalar göstermiştir ki depresyon tedavisinde sadece ilaçla tedavi çoğu zaman tek başına işe yaramamaktadır. Bu noktada psikolojik destek ön plana çıkmakta olup psikolojik danışmanlık, psikoterapi depresyon tedavisinde sıklıkla kullanılmakta ve yeterli sonuç vermektedir.

 

Depresyon tedavi olmasa da kısa sürede kendiliğinden iyileşir mi?

Hayır. Çoğunlukla depresyonun kendiliğinden iyileşebileceği düşüncesi doğru değildir. Eğer tedavi edilmezse aylar hatta yıllar boyu sürebilir. Giderek şiddetlenebilir ve tam bir çaresizlik ve karamsarlık ile kronik bir hale gelebilir. Kimi durumlarda özellikle yaşamsal olaylara bağlı hafif şiddette karamsarlık stres verici olayların azalması sonucunda kendiliğinden düzelebilir. Hafif şiddette depresyonun olduğu bu durumlarda danışmanlık hizmeti ya da destekleyici psikoterapi de tedavi edici olmaktadır.

 

Depresyon Nasıl Tedavi Edilir?

Depresyon psikoterapisinde aralarında geleneksel psikanalizin de bulunduğu birçok tedavi yaklaşımı kullanılmıştır. Ancak günümüz modern psikiyatrisinde özgün olarak depresyon tedavisinde kullanılan ve etkinliği kanıtlanmış en sık başvurulan yöntem EMDR Terapisi (Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) ve Bilişsel Davranışçı Terapi yaklaşımı olmaktadır.
Depresyon ile ilgili yapılan çalışmalarda kişinin geçmişinde travmaların yaygın olduğu bulunmuştur ve travmalara yönelik uygulanan EMDR Terapisinin depresyonun tedavisinde etkili olduğu araştırmalarla da kanıtlanmıştır. Depresyon durumunda kişinin kendine veya çevresindekilere karşı olumsuz inançlarının olduğu sıkça gözlenmektedir. Kişi kendisini suçlu hissedebilir, çevresindekileri suçlamaktan çıkamayabilir veya geleceğe yönelik karamsar bir tutuma sahip olarak güzel günlerin geçmişte kaldığını ve o günlerdeki gibi hissedemeyeceğini ifade edebilir. Bu gibi düşünceler, duygular kişide çok yoğun olduğunda telkinde bulunmak işe yaramayacaktır. Kişinin bir kulağından girip diğer kulağından çıktığını görebiliriz hatta.

 

Birçok terapi yönteminde daha uzun vadede iyileşme görülürken EMDR Terapisi bu süreci kısaltarak tamamen depresyondan kurtulmaya olanak sağlar. Depresyonun altında yatan olumsuz geçmiş yaşantıların bulunması ve depresyonun ortaya çıkmasında rol oynayan tetikleyici durum terapist ve danışan birlikteliğinde keşfedilerek bu durumlar üzerinden EMDR Terapisi uygulanır. Böylelikle kişi olumsuz düşünce ve duygularından kurtularak pozitif bir bakış açısına sahip olarak geçmişin yüklerinden kurtulur ve özgürleşir.
EMDR Terapisi sadece depresyonunuzu yenmekle kalmaz, geçmiş travmalarınızdan özgürleştirerek kendinizi dönüştürme fırsatı sunar ve kendinize, ilişkilerinize, hayata farklı bir pencereden bakmanıza olanak sağlar.
Bilişsel Davranışçı Terapi kontrollü klinik çalışmalarla depresyonda etkinliği en iyi şekilde gösterilmiş psikoterapi türüdür. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin yayınladığı depresyon tedavi kılavuzunda, depresyon tedavisinde Bilişsel Davranışçı Terapi, hafif veya orta şiddette depresyon için tek başına psikoterapi veya ilaç ile birlikte psikoterapi önerilmektedir.

 

Bu tedavi yaklaşımında terapi süresi kişinin geçmişine, kaynaklarına, terapiye karşı motivasyonuna bağlı olarak değişmekle beraber kısa sürede sonuç alabilmek mümkündür . Kişinin öz kaynaklarını kullanarak sıkıntı yaratan durumlarla başa çıkabilmesine yardımcı olacak becerileri kazandırmak asıl hedeftir. Terapist ve danışanın birlikte çalışarak saptadığı hedeflere ulaşmak ve “değişim” yaratabilmek için seanslar sırasında öğrenilenler seanslar arasında uygulamaya geçirilir. Seans içinde terapistten öğrenilen bilginin beceriye dönüştürülebilmesi için uygulamada “ev ödevleri” ya da egzersizlerden faydalanılır. Özetle bilişsel davranışçı terapi sıkıntı yaratan belirtileri hedef alan, sıkıntıyı azaltmayı, düşünce biçimlerini yeniden gözden geçirmeyi ve sorun çözmede yardımcı olacak yeni stratejiler öğretmeyi amaçlayan etkililiği bilimsel araştırmalarla kanıtlanmış bir psikoterapi türüdür.

Bilgiye mi ihtiyacınız var?

15 May 2017
Kaygı
Kaygı Nedir?

Kaygı, bireyin sanki kötü bir şey olacakmış gibi hissettiği bir sıkıntı duygusu olarak tanımlanabilir.
Korku ile kaygı birbirinden farklı duygulardır. Korku hissettiğimizde karşımızda gerçek bir korku nesnesi (saldırmayı bekleyen bir hayvan, silahlı bir çatışma gibi) varken kaygı durumunda kişinin zihninde tasarladığı bir korku nesnesi vardır. Kaygı durumunda kişinin gelecek üzerinden olabilecek en kötü senaryoları kurduğunu ve bu senaryoların gerçekleşme ihtimalini oldukça fazla gördüğünü gözlemlemekteyiz. Bununla birlikte kişinin kurduğu “Felaket Senaryosu” karşısında baş etme gücünü olabildiğince zayıf gördüğü ve bu nedenle kişinin çaresizlik ile birlikte “Dünyam başıma yıkıldı” noktasında hissettiği anlaşılabilir.
Kaygılı bireyler bir türlü zihinlerine söz geçiremediklerini, ne yapsalar da olumsuz iç seslerini bastıramadıklarını ve oldukları anın keyfini çıkaramadıklarını hissederler. Kişi kontrolün kendisinde olmadığını hissettikçe de kaygı seviyesinde artış olur. Zihnimizin yapı itibariyle olumsuz düşünmeye meyilli olduğunu biliyoruz ancak kaygılı bireylerde bu durum çok daha yoğun yaşanmakta ve zihin olumsuz senaryo üretmekte oldukça yaratıcı olmaktadır.

 

Kaygının Belirtileri Nelerdir?

1-) Bilişsel (Zihinsel ) Belirtiler
Felaket yorumları içeren tüm inanç ve düşünceler, olumsuz düşünceler, kendini aşırı gözlemleme, unutkanlık, dikkatini toplamada problemler, dalgınlaşma.

2-) Duygusal Belirtiler
Gerginlik, sinirlilik, karamsarlık, korkular, endişe, panik, kontrolü yitirme hissi, güvensizlik, çaresizlik, heyecan, umutsuzluk, yetersizlik hisleri.

3-) Davranışsal Belirtiler
Kaygı yaratan durumdan/nesneden/kişiden kaçma ve kaçınma davranışları.

4-) Fizyolojik ( Bedensel) Belirtiler

  • Kalp çarpıntısı
  • Nefes almada güçlük
  • Çabuk yorulma, güçsüzlük, halsizlik
  • Kas Gerginliği
  • Vücudun belli yerlerinde uyuşma, karıncalanma, ateş basması hissi
  • Kan basıncının düşmesi ya da yükselmesi
  • Boğulma hissi
  • Uyku Problemleri
  • Ağız kuruluğu, baş dönmesi, mide bulantısı
  • Terleme ve titreme

 

Anksiyete bozuklukları türleri nelerdir?
  • Yaygın Anksiyete Bozukluğu
  • Panik Bozukluk
  • Sosyal Anksiyete Bozukluğu (Sosyal Fobi)
  • Özgül Fobiler
  • Agorafobi
  • Ayrılık Anksiyetesi
  • Seçici Konuşmazlık/Seçici Konuşmama (Selektif Mutizm)
Kaygı (Anksiyete) Nasıl Tedavi Edilir?

Diğer birçok psikolojik rahatsızlıkta olduğu gibi anksiyete tedavisinde Bilişsel Davranışçı Terapi, EMDR Terapisi gibi bilimselliği kanıtlanmış psikoterapi yöntemlerinin kısa sürede etkili çözüm sundukları bilinmektedir. Bazı bireylerde ise psikoterapiye ek olarak ilaç tedavisinin gerekli olduğu durumlar olabilmektedir. Tedavinizin daha sağlıklı ilerlemesi için ilk görüşmemizi yaparak sizi tanıyıp yaşadığınız durumu anladıktan sonra size uygun tedavi şeklini önermekte ve açıklamaktayım.
Kaygı kişinin yaşam kalitesini oldukça olumsuz yönde etkileyen bir psikolojik durumdur. Doğru tedavi ile birlikte çözümü olan kaygı ile baş etmekte zorlanıyorsanız profesyonel yardımı almaktan çekinmeyin.

Bilgiye mi ihtiyacınız var?

Side bar